Söz olmasaydı, evren de olmazdı

Cengiz Aytmatov

Bir tarafta Yeni Ahit’in son kitabının müjdecisi olarak anılan bir isim, başka bir yerde şiddete başvurularak elde edilen bir zaferin figüranı olarak değerlendiriliyor. Böylece, günümüz dünyasına atılan ve özünde sağlıksız fikirlerin yattığı kötülük tohumları hızını gitgide arttırarak büyüyor ve büyüme hızıyla orantılı bir şekilde üzerimize doğru geliyor; diğer bir deyişle bugün, uluslararası yıkıcı terör dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Açıkça terör yaratan ve bununla gurur duyan, yaptıklarını yücelterek şahısları putlaştıran ve mikrobun tüm dünyaya yayılmasını sağlayanlar yok mu! İşte çağımızın trajedisi bunda yatıyor.

Küreselleşen dünyamızda ortaya çıkan terörün temelinde kültür ve uygarlıklar çatışması, dinsel dogmalardan kötü niyet besleyerek yaratılan aşırılıklar ve boş inançlar yatıyor. Varlıklı ülkeler ile fakir ülkeler arasında coğrafi konumlarından doğan siyasi anlaşmazlıklar, milliyetçilik ve şovenizm gibi savunular, psikolojik etkenler, hayret ve dehşet içinde tanık olduğumuz saldırgan politikaların kucağına bizleri kaçınılmaz bir şekilde itiyor. İntihar eylemlerinden, intihar komandolarından bahsediliyor. Hepsi de yer kabuğunun altından yeryüzüne fırlarcasına çıkan, akıllara durgunluk verecek örnekler. Bizlerin basit anlamda sadece birer terör eylemi olarak nitelendirmeye ve karşı durmaya niyetlendiğimiz bu olayların temelinde, yani yerin altında asıl yatan şey ise, her yandan kuşatılarak can çekişmeye başlayan, sağlıklı bir gelişim göstermesini sağlayamadığımız sosyal dünya görüşümüz. Söz konusu olan bu aslında.

Bu vesile ile hepimizi ilgilendiren bu konuyu ele almak amacıyla Moskova’da “Teröre Karşı Kitle İletişim Araçları” başlıklı konferansı düzenleyenleri saygıyla selamlamak istiyorum. Bizleri tam zamanında bir araya getirdiler. Ele alınan konu, hayati önemi olan, üzerinde dikkatle durulması gereken, evrensel ve çok güncel, tüm ülkeleri, kısacası bu dünyada yaşayan herkesi yakından ilgilendiren bir konu. Çünkü kitle iletişim araçları sayesinde tüm dünyaya ışığı ve karanlığı yayıyoruz; bir anlamda gündüzü ve geceyi var ediyoruz. Diğer bir deyişle, kitle iletişim araçlarının kaynağında biz faniler olduğumuza göre, ortaya çıkan sonuçları Tanrı tarafından gönderilen bir afet şeklinde değerlendirmek mümkün değil. Kitle iletişim araçlarının etkisi çok katmanlı bir niteliğe sahip; siyaseti, kültürü, uluslararası ilişkileri, sosyal olguları büyük ölçüde şekillendiriyor. Kitle iletişim araçlarının elinde bulunan “tüm dünyayı etkileme gücünün” sorumluluğunu Tanrı’ya havale edemeyiz. Bu bağlamda, terör denilen bu zorbalığı dünyaya yayan kaynaklara ve buna alet olan insanlara karşı kitle iletişim araçlarının rolü ve misyonu ile ilgili, açıkça ortada olan birkaç konuya değinmeden önce, birbirine paralellik gösteren iki konudaki sorunları, basında, kendi mesleğimizin düşünsel boyutta çekilen resminde ve kitle iletişim araçlarının tüm dünyaya yönelik misyonunun kavranmasında yaşanan sorunları kısaca ifade etmek istiyorum. Umarım tüm bunlar üzerine hep birlikte yüksek sesle düşünerek kafa yorarız. Bence teröre karşı verilen mücadelede mesleğimizin, gündelik haber alma ve haber verme görevimizin önemli ve evrensel bir yeri var. Bu yüzden küreselleşmenin getirdiği peşin hükümlere kapılmak ve buna göre davranmak yerine, bu tarihsel sürecin olumlu yönlerine katkıda bulunmaya çalışabiliriz.

Bunun için, meselenin özünde yatan nedenlere odaklanmak, bunlar üzerine düşünmek gerekir. Dünyada, terörün bir araç olarak kullanıldığı uluslararası savaş düzeyinde başlayan ve artık dinler arası mücadeleye dönüşen bu durum üzerine daha ayrıntılı düşündüğümüzde, bana en çok endişe veren noktanın özellikle altını çizmek istiyorum: günümüzde kitle iletişim araçlarının rolü ve misyonu ve 21. yy.’ın kültürel bağlamdaki sorunları ile modernizm sonrası ortaya çıkan buluşlar, gerek sanat alanında gözlemlenen gerekse etnik farklılıkların yarattığı sorunlar arasındaki bağlantı. Kısacası, günümüz kitle iletişiminde yaşanan sorunlar, aynı zamanda sanat ve edebiyat alanında da yaşanmaktadır. Tüm bunlar arasında kitle iletişim araçları konusunun çok önemli olduğunun, dünya halklarının, bizim, olaylara bakışımızı, düşüncelerimizi, eylemlerimizi etkilediğinin bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Kendi adıma, olaylara yaklaşımımda, olayları kavrayışımda kitle iletişim araçlarının rolünün önemli bir yer tuttuğunu kabul etmeliyim. Bu yüzden kendi kendime habercilik mesleğinin sorumluluğuyla yalnızca çağımızı şekillendiren gündelik ve güncel olayları konu etmiyor, uzun zaman önce yaşamış göçebe filozoflardan bizlere miras kalan evrensel sözlerdeki eski metaforlara da başvuruyorum. Ayrıca dünya dinlerine ait dogmaların ortaya çıkışından çok zaman önce söylenmiş Kazak ve Kırgız şiirindeki deyişleri günümüze taşıyorum. Serbest ölçüde yazılmış bir deyiş şöyle sesleniyor bizlere:

“Tanrı Sözü semadan dökülür,

Söz, süt olur evrene sağılır,

Ve o süt nesilden nesile,

Bir çağdan ötekine bizleri büyütür.

İşte bu yüzden Söz olmasa,

Ne Tanrı, ne evren, ne de böylesi bir güç olurdu dünyada.

Yalnız alev alev yanan dünyada değil,

Üstündür kor halindeki Sözün gücü tüm cihanda.”

Bu dizeler, at üzerinde dünyayı gezip gören o zamanki göçebe filozoflara, birlikte aşık atan ozanlara ait.

O çağlarda bilgiyi, sözü yayan bu ozanlar, henüz dar kalıplar içinde düşünmeye başlamamışlar, dinsel dogmaların sansürüne uğramamışlar ve anladığım kadarıyla, insanın kendisini çevreleyen olayları kavrayışındaki sınırsızlığı, insan bilincindeki tükenmek bilmeyen dinamizmi anlatmışlar. Bence, bu dünya görüşünün temelinde gerçekliğin özü, yani “evrene sağılan sözün” farkında olan ve sözü sağandan, yani insandan, yani bilgiyi yayandan talepte bulunan, gelişimin sürekliliğinin sağlanması, zekanın ve ahlakın yetkinleştirilmesi için aralıksız çaba sarf edilmesi gerektiğini savunan anlayış yatıyor. Bu bakış açısına göre söz konusu bağlamda bizim için gerçekliğe eşlik eden bir Söz var. Düşünen tüm özneler tarafından dört bir yandan kuşatılmış, bu özneler tarafından gün ışığına çıkarılmış, teknik gelişmeler sayesinde devingen bir niteliğe bürünmüş Söz aracılığıyla, her gün meydana gelen olayları öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü her şey, tarihin başladığı zamandan beri Sözle yaratılıyor. Boşuna “Başlangıçta sadece Söz vardı” denilmemiş ki. Bu durum, 21. yy’da yaşayan bizler için de geçerliliğini koruyor. İletişim süreci olmasa, dünya genelinde haber alan ve veren medya olmasa, günümüzde meydana gelen olayları sunmak da mümkün olmazdı. Eski zaman düşünürlerinin ‘Söz olmadan Tanrı da olmazdı, evren de’ derken anlatmak istedikleri açık aslında. Yineliyorum: evrensel sorunların temelinde yatanları; gelişim sürecinin, bilimsel keşiflerin, taş gibi ağır ve alev gibi yakıcı ihtirasların çok katmanlılığını, Söz, yani çağdaş kitle iletişim araçları vasıtasıyla anlamak gerekir. Aynı şekilde, sabit fikirli insan ve açık fikirli olan, doğru ve yalan, iyilik ve kötülük, yenilikçilik ve tutuculuk, dogma ve devrim, siyasi analiz ve duygu sömürüsü arasındaki mücadeleyi, yani Yaşama, Alın yazısına, Tarihe ve Çağlara adını veren çarpışmayı da çağdaş kitle iletişim araçları vasıtasıyla anlamak lazım.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, Sözün bugünkü durumuna, günümüz medyasının yaşadığı soruna, medyanın tavrına ve bunun sonuçlarına değinmek niyetindeyim. İletişimin sürekli değişkenlik gösteren doğasından dolayı, sosyal yaşam üzerindeki etkisini anlamak için kitle iletişim araçlarının hem yerel hem de küresel düzlemde resmini çekme ihtiyacı doğmaktadır. Her şeyden önce, bu konuyu doğuda ve batıda yaşanan iletişim süreçleri bağlamında ele almak gerekir. Çünkü doğu ve batı her zaman, birbiriyle ilgili bilgi edinmeye, birbirlerinin düşünce biçimlerini, medeniyetlerini, kültürlerini öğrenmeye ve diğeriyle diyalog kurma zemini arayarak bir denge kurmaya çalışmıştır.

Eğer doğruca konumuza, yani ‘terörizme karşı kitle iletişim araçları’ konusuna yönelecek olursak, gerçeği ortaya çıkarma çabasında, bununla ilgili bir yargıya varabilmek için şunları bilmek gerekir: terörist gücün yıkıcı eylemlerinin doğası, kitle iletişim araçları tarafından nasıl ve ne kadar nesnel ve işlevsel, özü ne derece kavranmış bir biçimde yansıtılmaktadır? Yansıtılanların dünya toplumları üzerindeki etkisi ve inandırıcılığı ne boyuttadır? Burada paradoksal bir duruma dikkat çekmek gerekiyor. Aslında haberciler olarak biz, terörizme propaganda desteği veriyor gibi görünüyoruz. Çünkü günümüz koşullarına bakıldığında anlaşılacağı gibi, bu eylemlerin temelindeki esas düşünce ve ulaşılmak istenen asıl hedef, kitle iletişim araçları aracılığıyla her yere ve herkese, bütün dillerde ve bütün biçimlerde bu eylemleri iletmek ve dünyanın dört bir yanında kitlesel tepki uyandırmak. Hatta birçok eylemin, en çok da televizyonun insanlar üzerindeki etkisini kullanarak kargaşa yaratmak amacıyla gerçekleştirildiği öne sürülebilir. İstesek de istemesek de televizyon yayınları gibi görsel iletişim araçları, teröre çıkarılmış açık davetiye niteliğindedir. Çünkü teröristlerin başlıca hedefi, yayınlanan haberler karşısında duyulan toplumsal umutsuzluk ve dehşet tepkileridir. Teröristler, eylemlerini yönelttikleri ülkelerde paniğe dönüşen, siyasi kargaşa ve hatta ekonomik çöküşe yol açan kitlesel bir korkunun doğmasını hesaplar. Çağımızda ortaya çıkan ‘dünya enformasyon uzamının küreselleşmesi’ olgusu, uluslararası terörizmin kaynağı olan kişilerin işine yaramakta, her seferinde onların dünya toplumlarına karşı ilan ettikleri psikolojik savaşta etkili bir araç olmaktadır. Onlar tam da bu sersemletici etkiyi beklemektedir. Ölüm ve yıkımlar genelde bugünkü durumu, teröristlerin tasarım ve eylemlerinde gerçekleşmesi için çaba harcadıkları ve kitle iletişim araçları sayesinde var etmeyi  başardıkları ‘çığı’ ortaya çıkarmaktadır. Dünyanın dört bir yanına haber olarak geçilen 11 Eylül trajedisi, 21. yüzyılın kendine özgü temsili oldu aslında. Buna benzer başka örnekler de bulunmaktadır. İstesek de istemesek de şiddet, kaçınılmaz bir şekilde kitle iletişim araçları sayesinde kahramanlaştırılmaktadır.

Bu nasıl olur? Gerçeği, düşmanın siyasi bayrağı haline getirmeden nasıl açığa çıkarmalı? Bu paradoks üzerine hepimiz uzun uzadıya düşünmeliyiz. Kendi adıma, sinema, televizyon, tiyatro ve hatta sahne sanatlarının insancıl sanatsal potansiyelini, ruhumuzu korumak, kitlesel bilinci siniklikten, psikolojik yamyamlıktan, göz alıcı terörist şiddetten korumak için buraya taşımamız gerektiğini düşünüyorum. Bu, demokratikleşme ve küreselleşme yolunda ilerlenen günümüz dünyasında kitle iletişim araçlarının üstüne düşen başlıca görevlerden biridir. Çünkü bütün bu hukuk ve sahip olunduğu varsayılan özgürlük ortamının çok önemli bir önceliği var – insanın yaşama hakkı, korunma ve güvenlik hakkı. Ve röportajdan felsefi çıkarımlara dek hem düşünce, hem de dil buna hizmet etmelidir. Bu açıdan dinler arası karşıtlıklar ve çelişkilere dikkat çekmek isterim. Çünkü bunlar genellikle saçma, insanları kışkırtmaya yönelik, teröristlerce ortaya atılan palavraların kaynağı olmaktadır. Oldukça dikkat çekici ve inandırıcı bir örnek, Hindistan’da Hindularla Müslümanlar arasındaki çatışmaya ilişkin bir hikaye olabilir. Bu çatışma, Orta Hindistan’ın Ayadohya şehrinin ünlü bir camisi yüzünden çıkmıştır. Bu anıtsal cami, bilindiği kadarıyla, 15. yüzyılda, hem şair, hem de Kuzey Hindistan’da büyük Moğol İmparatorluğunu kurmuş kişi olan Babür tarafından inşa ettirilmişti. Cami beş asır ayakta kaldı. 20. yy’ın sonunda ise tartışma patlak verdi. Başlangıçta Hindular tarafından bu caminin, Ramayana destanının kahramanı olan Tanrı Rama’nın doğduğu yere yapıldığı şeklinde söylentiler çıkarıldı. Rama tarihsel bir kişilik miydi, bu bilinmiyordu. Doğum yerine ilişkin arkeolojik kanıtlar da yoktu. Çatışmadan doğan süreçte cami yıkıldı ve Bombay’daki korkunç pogromlara, planlı katliamlara yol açan, karşılıklı terörizm biçiminde her iki taraf da cinayet işlemeye başladı. Olaylar bugüne dek sürdü. Günümüzde yerel iktidarların ve yerel kitle iletişim araçlarının desteğiyle sağlanması gereken karşılıklı saygı ve hoşgörü yerine, insanların ruhlarını şiddet ve terörizm kaplamış bulunuyor; dinse buna yardım ediyor. Peki sağlıklı düşünme nerede? Dinler arası düşmanlığı, terörizmi alevlendirmeden, karşılıklı uzlaşma düzeyinde  bir çözüme bağlamak o kadar olanaksız mı? Tuhaf, acaba o bölgede görev yapan gazeteciler bu olaylar cereyan ederken ne düşünüyorlardı? Buna benzer bir şey İsrail’le Filistin arasında da yaşanıyor. Her ülke ve de her din, insanlara üzüntü, ölüm ve acı taşıyan dizginlenmez bencilliğini ve radikalliğini gözler önüne seriyor.

Benzer bir hikaye daha. Bu olay Kırgızistan’da yaşandı. Genç bir kadın hıristiyanlığı kabul etti, protestan oldu. Sonra dağlar arasındaki köyünde vefat etti. Neden öldüğünü bilmiyorum. Kadını gömmek için yerel mezarlığa götürdüklerinde, bir mollanın liderlik ettiği bölge sakinlerinden oluşmuş büyük bir kalabalık belirdi ve orada doğmuş, orada yaşamış olmasına karşın kadının gömülmesine izin verilmedi. Neler olduğunu tahmin edebilirsiniz, merhumeyi yüz kilometre uzaktaki, halk tarafından ‘aynı dini görüşte olanların gömüldüğü mezarlık’ olarak tanımlanan mezarlığa defnettiler. İşte burada, ön yargılarımızın ne kadar esiri olduğumuz açıkça görülmektedir. Duygudaşlık göstermek bir yana, yerel halk bunu görmezden bile gelemedi. Bu hikayeleri, aslında hepimiz bu korkunç sorunun ve çekişmelerin muhatabı olduğumuz için örnek veriyorum.

Ve bitirirken bir kez daha fikrimi belirtmek istiyorum. Yurt dışında son iki yüzyılda olan gerçek süreçlere, özellikle de uluslararası terör karşıtı örgütlenmenin yaptıklarına bakılırsa, dünya siyasi elitlerinin, şiddet ve terörizmin bu tür radikal biçimlerinin doğmasına yol açan düşünsel aşırılıklarla baş edilmesi konusuna yeterli ilgi göstermemiş olduğu anlaşılır. Uluslararası terör karşıtı örgütlenmeye karşı çıkılması, güç, ekonomi ve hukuk ölçülerinin açıkça yetersiz kaldığını göstermektedir; çünkü bu kötülüğün temelinde düşünsel farklılıklar yatmaktadır ve terörü doğuran nedenler, bu engeller de dikkate alınarak ortadan kaldırılmalıdır. Yoksa, hastalığın sonuçlarına tepki verilmiş olunur, sebeplerine değil. Bu yüzden dünya toplumlarının, terörizmi yetersiz biçimde değerlendirmesi özel bir endişe uyandırmaktadır. Bu koşullarda uluslararası terör karşıtı örgütlenmenin önceliği sadece terörizme yönelik güçlü bir ‘karşı harekete’ geçmeye vermesi yanlış görünecektir. Eğer bu güç eylemlerine, hoşgörü ve karşılıklı tahammül ilkelerine dayanan bir bilincin oluşmasına yönelik etkin bir çalışma eşlik etmezse, stratejik olarak etkisiz kalacaklardır. Böylesi bir durum bu barbarlığa karşı çağdaş uygarlığı savunmasız bırakır, terör karşıtı barış koşullarının etkinliğini azaltır; insanlık için 21. yy’daki en ciddi tehdidin, özünde radikal düşüncelerin yattığı uluslararası terörizm olduğunu kavramayı engeller. Bu açıdan genel olarak 21. yy’ın paradigmalarının, gitgide genişleyen ve derinleşen radikal-terörist oluşumu dizginlemek ve aşmak üzere ortaya atılan yeni bir dünya düzeninin temelleri olarak ele alınması gerçek bir öneme sahiptir.

Çeviren: Aslı Takanay – Sabri Gürses

Leave a Reply

Your email address will not be published.