Mafya, rejimin kullanışlı aygıtıdır

KKH’lı Emniyetçi Turgay Karagöz’den ilginç açıklamalar

Sebahattin Çelebi

Turgay Bey öncelikle sizi tanımak isteriz.

Eskişehirli işçi emeklisi bir babanın çocuğuyum. Ortaokul sonrası Polis Koleji sınavını kazanınca aslında aklımda hiç olmamasına karşın, garanti bir meslek, aileme daha fazla yük olmayacağım düşüncesiyle polis kolejine girdim ve 2004 yılında Komiser Yardımcısı unvanıyla Polis Akademisinden mezun oldum. 2012 yılına kadar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde çalıştım. 2012 yılında TOEFL sınavlarına hazırlandım ve burdan gerekli puanı elde edip çoğu kamu görevlisi için mevcut bir imkan olan Yurt Dışında Eğitim  amacıyla Amerika Birleşik Devletlerine Master eğitimi için içişleri bakanlığı onayıyla gönderildim. Burada eğitimimi sürdürürken 17/25 Aralık operasyonları ve sonrası  malum gelişmeler oldu. Gıyabımda Hakkari Şemdinli’ye tayinimi çıkardılar. 2014 yazında Türkiye’ye döndüm ve Şemdinli’ye gidip mesaiye başladığım gün ücretsiz izin hakkımı kullanarak doktora bursu kazandığım Pennsylvania State Üniversitesi’ne doktora eğitimi için geri geldim. 17/25 sonrası süreç sertleştikçe sadece doktora eğitiminin kendi zorluğu ve ABD’deki maddi problemlerle değil Emniyet Genel Müdürlüğü ile de uğraşmaya başladım. Personeli olarak benden istedikleri her türlü evrak ve bilgiyi temin etmeme rağmen, doktora sürecimi sabote edebilmek maksadıyla gıyabımda okuduğum okula atılan emailler, kullanmakta olduğum izni uzatmak için dava açtığım bölge idare mahkemesine direk müdahale edip iznimi durdurmalar vb. şeylerle uğraşırken tam bana bu eğitimi bitirtmeyecekler diye ümidimi kestiğim bir anda 15 temmuz olayı gerçekleşti ve ardından zannediyorum ikinci KHK ile meslekten ihraç edildim. Benden iki kararname sonra da tamamen apolitik bir insan olan eşim ihraç edildi. 2018 yılında doktora eğitimini tamamladım ve o zamandan bu yana değişik üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.

KHKlısınız ve Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldınız. Size yapılan suçlamalar neydi?

Bana yapılan somut bir suçlama var mı ve ayrıntıları neler E-devlet kayıtları ve basına yansıyanlar dışında bir bilgim yok. Zannedersem örgüt üyeliği, Bylock kullanmak bir de Galip Öztürk’ün isim vererek hakkımda attığı iftiralar vardı. Darbe sonrası Türkiye gibi hukukun tamamen rafa kalktığı bir ülkeye dönüp kendimi anlatmaya çalışmam mantıksızdı. Hem ben hem eşim hakkımızdaki dedikodulara kulaklarımızı tıkadık ve hayatın bize getirdiği bu yeni zorluk karşısında ne yapabiliriz ona odaklandık. Hakkımdaki suçlamaların ayrıntılarını da öğrenmek için çaba harcamadim çünkü bu tamamen hukuksuz süreçleri sanki ortada ciddi bir suçlama varmış gibi ciddiye alıp hukuksal süreç muamelesi yapmak olurdu. Bu kendime  saygısızlık olurdu. Ne yaptığımı ve yapmadığımı bildiğim için hakkımdaki suçlamalara yokmuş muamelesi yaptım.

Yakın zamanda Twitter’i aktif kullanmaya başladıktan sonra E-devlet üzerinden hakkımda yeni açılan davaları da görebiliyorum. Ayrıca çok sayıda soruşturma aşamasında konu olduğuna da eminim. Bunların da hepsi işlediğim herhangi bir suçla ilgili değil, hukuksuz sürece dair yaptığım yorumlarla ilgili. Ciddiye alıp bir avukat aracılığıyla ayrıntılarını bile öğrenmeye çalışmadım.

Özellikle 12 Eylül öncesi Türkiye genelinde mafya gruplarının devlet tarafından korunduğunu hatta kullanıldığını görüyoruz. Devlet böyle gruplara ne gibi işler için ihtiyaç duyuyordu? 12 Eylül sonrası bu konuda nasıl bir değişiklikler gözlemlendi?

Mafya grupları hukuk sisteminin işlevsel olmadığı veya işlevselliğinin zayıf olduğu ülkelerde ortaya çıkar. Maalesef Türkiye kuruluşundan itibaren kalıtsal anlamda bu tarz problemlere sahip. O boşluğu mafya unsurlarının doldurmuş olması çok da anormal bir durum değil. Ancak Türkiye’de mafyayı esas büyüten faktör devletin bu grupları kullanması neticesi belirli mafya gruplarının devlet irtibatlarını bir PR çalışması yapip çok rahat hareket edip, örgütlenmelerine ideolojik bir renk katabilmiş olmasıdır. Bunun da tarihi İttihat Terakki’nin Osmanlı yönetiminde etkin olmaya başlamasına kadar gidiyor. Özellikle Doğu Karadeniz bölgesinden İstanbul, İzmit, Yalova ve çevresine yerleşen göçmenler, geleneksel ailevi bağlarınının da güçlü olması sebebiyle informal gruplaşmalara gittiler. İttihat Terakki Cemiyeti ve bu cemiyetin istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa bu informal gruplaşmaları politik amaçları için ve savaşlar sırasında düşman tanımladığı unsurları elimine etmek için kullandı. Özellikle İpsiz Recep, Topal Osman gibi çetecilere tehcir olayı ve Pontus köylerinin boşaltılması olaylarında aktif rol verildi ve pek çok katliamlarına göz yumulduğu gibi azınlıklardan kalan mülkiyetler bu gruplara peşkeş çekildi. Bu tavır bir anlamda çetecilerin diğer faaliyetlerini de devletin meşrulaştırması sonucunu doğurdu. Nitekim Osmanlının son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında afyon ve eroin üretimi yasaldı ancak bunun Avrupa’ya ticareti yasaktı. Bu tür faaliyetleri ittihatçılarla ilişkili gruplar oluşturdukları yeraltı networku ile yapmaya başladılar ve devlet tarafından ciddi anlamda hiç rahatsız edilmediler. Bu günümüze kadar uzanan Türk mafyası dediğimiz grupların kökünü oluşturdu. Devlet tarafından meşru görülen hatta kahraman ilan edilen gruplar halk tarafından da çoğu zaman diğer suçlular gibi negatif görülmedi. Hatta dönem dönem kahramanlastırıldı.

Devletin bu tür grupları Ali Şükrü Bey Cinayetinde, Mustafa Suphi Cinayetinde, Sebahattin Ali cinayetinde, 6-7 Eylül olaylarında vb. kullandığını net şekilde görüyoruz. Teşkilatı mahsusa dönemine kurulan bazı bağlar esasında yeni cumhuriyet rejimi döneminde hiç kopmadı. Mafya rejim için hep kullanışlı bir aygıt olarak kaldı.

12 Eylül öncesinde özellikle Abdullah Çatlı ve MHP’li grupların derin devletin önemli aparatlarından biri olduğunu ve bu grupların zamanla kriminalleştiğini ve illegal işlere bulaştıklarını görüyoruz. Devletin bu grupların illegal işlerinden haberdar olduğunu düşünmemiz mümkün mü?

Teşkilat-ı Mahsusa ile başlayan mafya-devlet ilişkisi geleneğinin ve pratiklerinin  1970lerde sağ sol çatışmaları döneminde güçlendiğini ve çok daha yaygın şekilde uygulandığını görüyoruz. Mehmet Ali Ağca, Haluk Kırcı, Abdullah Çatlı gibi tetikçilerin İpekçi cinayeti ve Bahçelievler Katliamı başta olmak üzere devlet tarafından kullanıldığını sadece tahmin etmiyor, biliyoruz. Çünkü bu kişiler yakalandıktan sonra cezaevlerinden askeri üniformalarla kaçırıldı. Sonra da yine devlet ile irtibatlı halde başka kriminal vakalarda karşımıza çıktılar. Bu tarz insanlara MİT tarafından firari oldukları dönemde pasaport verildiğini biliyoruz. Haluk Kırcı, Bahçelievler katliamından aranırken Erzurum’da evleniyor ve nikah şahidi Mehmet Ağar. Bunlar gibi yüzlerce örnek var. Tüm bu örnekler yaşananların devlet veya devletin kritik makamlarına hakim bir kliğin yönlendirmesi doğrultusunda yapıldığının net delili.

Demokratik ülkelerde mafyalar genelde polis tarafından sıkı takip edilirken, Türkiye’de İçişleri Bakanlığı ile direkt bağlantı içinde olan grupların var olduğunu görüyoruz. Bir bakanın bu gruplara ne gibi bir ihtiyacı olabilir?

Biz sevelim veya sevmeyelim mafya lideri dediğimiz insanların toplumda bir karşılığı var. Sedat Peker bugün Türkiye’ye gelip miting yapsa İstanbul’da 100 bin kişi toplansa hiçbirimiz şaşırmayız. Bu gücü etik değer anlamında zayıf olan her siyasi kullanmak ister. Ayrıca bu siyasetçiler erken siyasi dönemlerinde parti liderliği veya parti il başkanlığı için yarışırken bu mafya gruplarından yardım almışlar. Eski bir mazileri var yani. Bu bugünkü içişleri bakanıyla da sınırlı bir durum değil. Bakan Eyüp Aşık ile Alaattin Çakıcı telefon görüşmesini hatırlayın. Bir diğer neden de bu kişiler devletin operasyonlarında masa olarak kullanıldığı için siyasetin bu kişilere tamamen sırtını dönmesinin bedelinin ağır olacağını kurnaz siyasetçiler bilir. Bakınız Sedat Peker parçası olduğu Kutlu Adalı suikastı vb olayların belki sadece %1 ini anlatarak ülke gündemine aylarca damgasını vurdu. Bir kere kirli ilişkiye girdiğiniz veya devletle kirli ilişkiye girmesine göz yumduğunuz bu gruplara sonrada tamamen tavır almanın bir siyasi bedeli olur. Siyasetçiler bunu bildikleri için Çakıcı, Kürşat Yılmaz vb. Tıpleri özel af yasaları ile dışarı çıkarttırdılar.

Türkiye’de mafyanın gelir kaynakları nelerdir? Haraç, devletten aldıkları görevler veya ihaleler dışında ne gibi gelir kapılarına sahipler?

En büyük gelir kaynağı anlaşmazlıkların çözülmesinde hakem rolü oynamalarıdır. Örneğin Mehmet Ağar ile Mübariz Gurbanov arasındaki marina tartışmasında bence Sedat Peker Mübariz Gurbanov tarafından kendisini tehditlerden koruması için hakem olarak görevlendirilmişti. Peker’in yurt dışına kaçma sürecini ve Ağar takıntısını da bu olayın tetiklediğini düşünüyorum. Peker gibi büyük bir ismin himayesine giren bir iş adamına kolay kolay kimse bulaşamaz. Bulaşırsa Peker’in bedel ödetmesi lazımdır. Sessiz kalması alemdeki prestijini sarsar. Böyle bir korumalığın bedeli çok yüksektir. Bir kere de alemde nam yapmış ise bir mafya lideri, çoğu insan ticari anlaşmazlıklarda veya bir mafya tarafından tehdit edildiğinde adliye veya polis yerine bu kişiye koşar. Ve sürekli bir gelir kaynağı oluşturur.

İkinci bir ana gelir kaynağı ise illegal iş yapanlardan aldıkları paradır. Örneğin uyuşturucu kaçakçıları. Bu insanlar illegal paralarının çalınmasını rapor edemeyeceklerinden düşmanları çoktur. Güçlü bir mafya grubu bir uyuşturucu kaçakçısına koruma vaat ederek ciddi gelirler elde edebilir.

Daha küçük mafya grupları otoparkçılık, küçük çaplı tahsilatlar, ihaleler, gece kulübü kapısı korumalığı vb. Faaliyetler ile gelir elde edebilir.

Son dönemin önemli figürlerinden Sedat Peker’in durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet Peker’i neden gözden çıkardı?

Devletin Peker’i gözden çıkardığını düşünmüyorum. Bunu özellikle ulusalcıların medya organlarını izlediğinizde yapılan abartılı Peker övgüsünden anlayabilirsiniz. Peker’in ifşa ettiği olayların hepsi özenle seçilmiş. Peker esasında Veli Küçük grubuyla çalışmış ve onlarla gayrimeşru faaliyetler içerisine girmiş birisidir. O döneme dair hiçbir şey anlatmadı. Sadece Ağar’ı zor durumda bırakacak Kutlu Adalı suikastı vb. birkaç olaya dokundu. Bu kısma hiç dokunmuyor oluşu ve Peker’e  firari olduğu dönemde bile akan sadece polis ve adliye kaynaklarının bilebileceği güncel bilgiler halen Peker ile devlette belli grupların irtibat halinde olduğunu gösteriyor. Süleyman Soylu ve bazı AKP li vekilleri ifşa etmesi bu gruplarla AKP arasındaki bir güç mücadelesinin yansıması olabilir. Bence Peker ile ya Mübariz Gurbanov meselesinden, ya Suriye’de yaptığı illegal ticaretlerden kaynaklı bir rahatsızlık oluştu ama bu rahatsızlık devletin sadece bir kanadında oluştu. Bu kanat üzerinden Peker’e operasyon çekilmeye kalkışılınca konu büyüdü. Konunun büyümesi daha büyük güç savaşları için Peker’in koçbaşı  olarak kullanılabileceği kanaatini birilerinde oluşturdu ve Peker video yayınlarken sürekli olarak devlet içerisinden beslendi.

Sedat Peker’in açıklamalarının hiçbirinin yalanlanmamasını ve bilahare bazı istifaların gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı konularda yalanlamalar gelse de Peker bazı ispat edilebilir konularda nokta atışı ve teyit edilebilir bilgiler verdiğinden inandırıcılığını artırdı. Bu algi PR yapilarak medya tarafından güçlendirildi. Zaten o aşamadan sonra bazı konuları abartıyor da olsa halkta oluşan kanaati değiştirmek çok zor. Kaldı ki mesela Binali Yıldırım’a bir konuda iftira atıyor olsa bile Binali Yıldırım Peker’i direk karşısına alıp Suleyman Soylu gibi savaşı kişiselleştirmek istemez. Çok kirli bir oğlu var. Oğluna ait bir kumarhane veya başka bir görüntünün Peker’de olmadığını asla bilemez. Siyasi kirlenmişlik kaynaklı bu zayıflık güçlü bir şekilde iddialara itiraz etmelerini engelliyor. Ben Peker’in bazı iddialarının abartı veya varsayıma dayalı olduğunu düşünüyorum. Ama iddiada bulunduğu kişiler öylesine kirli ki, Peker’in iddiaları sadece bir varsayım olsa da başka kirliliklerinin ortaya serilebileceğini düşünerek cesur şekilde itiraz edemiyorlar.

AKP iktidarında mafyalar peşi peşine hapishaneden çıkarıldı. Özellikle iktidarın ortağı MHP tarafından talep edilen isimler hürriyetlerine kavuştular. AKP veya MHP’nin Çakıcı’nın tahliyesi ile başlayan süreçte ne gibi beklentileri vardı?

Öncelikle Çakıcı ve Kürşat Yılmaz’ın geçmişte ne tür kirli işlerde devlet tarafından kullanıldığını ayrıntılarıyla bilmiyoruz. Bu kişiler AKP tek başına iktidarda ve bürokrasi de cemaat iltisaklı kişiler de etkin diye bir süre oyalanmış olabilirler. Ama 17-25 sonrası süreçte bu kişilerin eski cevaplarla tatmin olmayacakları belliydi. Devletin bunlara bir vefa borcu vardı. Yeni dönemde bu kişilerin devlet tarafından kullanılmasına yönelik bir planlama olmasa dahi sadece bu motivasyon bile bu kişileri salmak için yeterli. Bununla birlikte hem Çakıcı, hem Kürşat Yılmaz iç politika konularına zaman zaman müdahil oldular. Peker 2015 seçimleri sonrasında kendisine bir korku atmosferi oluşturma görevi verildiğini söylüyor. Bu kişilere de böyle görevler verilmiş olabilir ancak Peker krizinden sonra bence devlet bu politikasını bir kez daha düşünmüştür.

Mafyanın hükümet kanallarında bu kadar aktifleşmesi ne gibi sonuçlara yol açabilir?

Mafyanın en büyük zararı hukuk sisteminin ve devlet otoritesinin meşruiyetine dair halk içindeki algıyı aşındırmasıdır. Düşünün bir ülkede kimse adalete inanmıyor ve mafyadan medet umuyor. İnsanlar basit suçlardan hatta suç bile sayılmayacak siyasi tavırlardan tutuklanırken, Çakıcı gibi insanlar onore ediliyor. Bunlar bir toplumu zamanla bitiren ür gibi bir hastalıktır. İnsanların devlete ve adalete güveninin tamamen yittiği ülkelere bakarsanız sonuçların neler olabileceğini öngörebilirsiniz. Ayrica şiddeti meşru gösteren bir fonksiyonu var. Bu algilarin halk içinde yerlesmesi çok tehlikeli. Bir kere devlet çarklarında dişli kırıldıysa onu bir daha totaliter bir rejimle bile kontrol altına almak imkansız olabilir. Rüzgar nedeniyle tamamen kontrolden çıkmış bir yangın gibi, tamamen kontrolden çıkmış bir kaos sürecine evrilebilir mevcut durum.

Leave a Reply

Your email address will not be published.